Tarihimize doksan üç harbi diye geçen meş’um 1877-78 Osmanlı-Rus savaşında müslümanlara soykırım uygulanmaya başlanılması üzerine, ailesi ile birlikte büyük acılar yaşadı. İki ay kadar dağlarda saklanan aile, hayli meşakkatli bir yolculuktan sonra, küçük bir tekne ile Giresun’a kaçabildi.
Daha sonra 93 harbi muhacirleri için Karaağaç Nahiyesi yakınlarında iskâna açılan Abdal (Piraziz) İlçesine yerleştiler.
Ali Rıza Hoca 1897 yılında, on altı yaşında iken, kendisinden üç yaş küçük kardeşi Hasan Efendi ile birlikte, ilim tahsilinde bulunmak gayesiyle, İstanbul’a geldiler. Fatih Medresesine yerleştiler. Hasan Hoca hafızlığa çalışırken, Ali Rıza Hoca Fıkıh Usulu ve Ahkamı Şeriyye okudu.
Hocası Batum’lu Abdüllatif Efendi idi. Talebelik yaptığı senelerde; Giresun’da idam edilen Şeyh Muharrem, Ankara istiklal Mahkemesi’nde birlikte yargılandıkları İskilipli Atıf Hoca, Fatih Dersiamlarından Tahir ve Fettah Efendiler ile birlikte okudu. 1907 yılında icazet aldı.
Müftü tayin edilmek hak ve salahiyetini kazanmış iken; 5 yıl daha İstanbul’da kalarak, Gürcü Hacı Ahmet Efendi ile Tırnovalı Hacı Muhammed ve Hacı Ömer Hocalardan, Tefsir ve Hadis dersleri de aldılar. Dersiamlık hakkına sahip iken, arkadaşlarının da rızası hilafına, kadılık makamını tercih etti.
1911 tarihinde Babaeski Müftülüğü vazifesine tayin edildi. Balkan Harbi’nin çıkması üzerine vazifesine gidemedi. Fatih Medreseleri’nde hocalık yaptı, civar camilerde vaazlar verdi, ders okuttu ve bir çok talebe yetiştirdi.
Ali Rıza Hoca Babaeski’deki Müftülük vazifesine, 1914 yılı başlarında başlayabildi. Ali Rıza Hoca’nın Babaeski’deki müftülüğü 1914 yılından 1922 yılına kadar sürdü.
Birinci Dünya Harbi’nin kaybedilmesi ve Babaeski’nin de, Yunan işgali tehdidi karşısında bulunması sebebiyle, Kırklareli Valiliği tarafından izinli sayılarak İstanbul’a gönderildi. Şehir, 1919-1922 yılları arasında Yunan işgaline uğradı. Babaeskililerden oluşmuş bir heyetin İstanbul’a gelerek, yaptıkları ısrarlı geri dönmesi ricaları üzerine, onlarla birlikte 1919 yılı sonlarında, tekrar Babaeski’ye döndü. Bu işgal döneminde şehir ve civarındaki müslümanların haklarının tek koruyucusu ve savunucusu olarak kaldı. Babaeski’nin milli ordu tarafından kurtarılışından sonra, şehrin ileri gelenleri ile birlikte Divan-ı Örfi’de yargılandı ise de beraat etti. 1922 yılında tekrar İstanbul’a döndü. Fatih Medresesi’nde bir odaya yerleşti ve tekrar dersler vermeye başladı.
7.12.1925 tarihinde İstanbul’da iken “Giresunluları şapka aleyhine isyanı teşvik suçundan” tevkif edildi. Birlikte tevkif edildiği arkadaşları ile beraber Ankara İstiklal Mahkemesi’nde yargılandı. Mahkemesi esnasında aleyhine hiç bir suç isnat edilememesine rağmen; “Geçmişte Divan-ı Örfi’de yargılandığı ve yenilik aleyhtarı olduğu” ve Giresunlu Hafız Muharremle aynı köyden olması hasebiyle, mektuplaşmasından dolayı vicdani kanaat oluştuğundan; 3 Şubat 1926 günü, arkadaşı İskilipli Atıf Hoca ile birlikte, idama mahkum edildi. 3-4 Şubat gecesi İskilipli Atıf Hoca ile birlikte TBMM’nin önünde, asılarak idam edildiler. Cesetleri, üç gün darağacında bekletildikten sonra, Cebeci civarındaki kimsesizler mezarına gömüldüler.
Ali Rıza Hoca şehid edildiğinde, 58 yaşında idi. Hiç bir siyasal parti veya dernek faaliyetlerinde de bulunmamıştı. 1922 yılında Divan-ı Örfi’de yargılanması ve beraat etmesinden başka bir sabıkası da yoktu. Üstelik o dönem suçları, daha sonra TBMM tarafından, bütün hükümleri ile birlikte affedilmiş idi.
Ancak bütün İstanbul’da hatırı sayılır ve dinlenir bir din adamı olarak, şeriattan taviz vermez tavırlarıyla, bazı kana susamışları çok rahatsız etmişti.
Ali Rıza Hoca, bütün ömrü boyunca hiç evlenmemiş, sürekli ilim ve fıkıh ile meşgul olmuştu. Bir müctehid olarak bir çok ictihadlarda bulunmuş ve son devrin önde gelen fakihlerinden idi.
Referans
0 yorum:
Yorum Gönder